Evolved Self, yapının ve kimliğin sürekli dönüşümünü ele alan, bedenin kendini yeniden şekillendirme potansiyelini sorgulayan bir moda çekimi. Bu röportaj serisinde, Evolved Self çekiminde yer alan kreatif isimlerle tasarım anlayışlarını, üretim süreçlerini ve geleceğe dair perspektiflerini konuştuk. Bu isimlerden biri sanatçı Merve Öztemel:
Kendini ve yaratıcı kimliğini nasıl tanımlarsınız?
Kendimi, beden, kimlik ve zaman kavramlarını sorgulayan disiplinler arası bir sanatçı olarak tanımlıyorum. Yaratıcı kimliğim, hipergerçekçilik ile kavramsal sanat arasındaki dengeyi keşfetmeye dayanıyor. Bu nedenle disiplinler arası bir yaklaşımı benimsiyor ve kendimi bir hikâye anlatıcısı olarak görüyorum. Sanatım, izleyiciye yalnızca bakmakla kalmayıp, ona dokunabilme ve hatta onu taşıyabilme şansı tanıyor.
İnsan bedeniyle ilgili çalışmalarında sorguladığın temel meseleler nelerdir? Sence işlerinin moda çekimi gibi farklı bir bağlamda sergilenmesi, eserlerini nasıl dönüştürdü veya farklı bir şekilde görünmelerini sağladı mı?
İnsan bedeniyle ilgili çalışmalarımda, bedenin kimlik, zaman ve dönüşümle olan ilişkisini sorguluyorum. Beden yalnızca bir form değil; aynı zamanda hafızayı, kimliği ve toplumsal algıları taşıyan bir yüzeydir. Giyilebilir heykeller ve 3D baskılar aracılığıyla bedenin sınırlarını, dokunulabilirliğini ve dönüşümünü araştırıyorum.
Eserlerimin moda çekimi gibi farklı bağlamlarda sergilenmesi, onların algılanma biçimini değiştiriyor. Moda dünyası, sanatı giyilebilir ve hareketli bir forma dönüştürerek izleyiciyi salt bir gözlemci olmaktan çıkarıp doğrudan deneyimin içine dahil edebiliyor. Bu da işlerimin yalnızca heykel olarak değil, bedenle etkileşime giren yaşayan formlar olarak görünmesini sağladı. Hareket ve bağlam değiştikçe eserlerimin anlam katmanları da dönüşüyor.
“Evolved Self” çekiminin konseptini seninle ilk paylaştığımda, yani ortada daha çekimin kendisi yokken, aklına ilk gelen kelime veya görsel ne oldu?
“Evolved Self” konseptini ilk duyduğumda aklıma gelen kelime “dönüşüm” oldu. Görsel olarak ise, zamanın beden üzerinde bıraktığı izleri taşıyan, katman katman açılan veya kendini yeniden şekillendiren bir form hayal ettim. Sanki eski ve yeni benliklerin iç içe geçtiği, hem geçmişi hem de geleceği içinde barındıran bir beden… Bu, yalnızca fiziksel bir değişim değil; aynı zamanda kimliğin, hafızanın ve benliğin evrimleştiği bir süreç gibi hissettirdi.
Eğer bedenlerimiz gerçekten yeni formlar üretebilseydi, bu senin tasarım anlayışını nasıl değiştirirdi?
Eğer bedenlerimiz yeni formlar üretebilseydi, tasarım anlayışım tamamen dönüşürdü. Beden artık yalnızca bir yüzey değil, aktif bir yaratıcı unsur hâline gelirdi. Tasarımlarım, statik olmaktan çıkıp bedene uyum sağlayan, onunla birlikte evrilen ve kendini yeniden şekillendiren organizmalar gibi olurdu.
Teknolojinin, özellikle yapay zekânın, moda ve tasarım üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Teknoloji ve yapay zekâ, moda ve tasarım dünyasını hızla dönüştürüyor. Yapay zekâ destekli algoritmalar, tasarım sürecini daha hızlı, verimli ve veri odaklı hâle getirirken, üretim süreçlerinde sürdürülebilirlik ve kişiselleştirme gibi önemli değişimlere yol açıyor.
Tasarımcılar, yapay zekâ destekli yazılımlar sayesinde daha önce mümkün olmayan kompleks formlar yaratabiliyor. Akıllı kumaşlar, kendini onaran malzemeler ve 3D baskı gibi teknolojiler, geleneksel üretim süreçlerini değiştiriyor. Özellikle 3D baskı, atık oranını azaltarak sürdürülebilir bir üretim modeli sunuyor.
Ancak bu gelişmeler, tasarımın insan dokunuşuna olan ihtiyacını tamamen ortadan kaldırmıyor. Yapay zekâ, tasarımcılar için güçlü bir araç olsa da, özgünlük, sanatsal vizyon ve duygusal bağ hâlâ insana ait. Yapay zekâyı, insanın estetik dokunuşuyla birleştiğinde tasarım sürecini destekleyen güçlü bir araç olarak görüyorum.



